Dünya çapında her yıl 19 milyondan fazla kanser vakası tespit ediliyor ve bu sayı her geçen yıl daha da artıyor. Hastalık bazı insanları yaşlılıkta, bazılarını da çocukluk döneminde etkiliyor. Kanser ne zaman ortaya çıkarsa çıksın, insanın yaşamında değişiklik yaratan hastalıklardan biri olarak tanımlanıyor. Modern tıbbın gelişi ile birlikte, 150 yıldan fazla bir süredir kanserin gerçek kök nedenleri araştırma konusu olmuştur. Sebeplerini araştırmanın yanı sıra araştırmacılar her şeyden öte tek bir şeye odaklanmışlardır: tedavi arayışı.
Bir insanın hayatı boyunca kansere yakalanıp yakalanmayacağına ve bunun ne zaman olacağına etki eden çok sayıda faktör bulunur. Bilim insanları, öncelikli olarak sigara dumanı veya örneğin inflamatuvar süreçler yoluyla hücrelerimizi değiştiren virüsler gibi genetik olarak zararlı etkilere odaklanırlar.1 19. yüzyılda yaşamış patolog Rudolf Virchow tarafından yapılan araştırma sonucunda kanser hücrelerinin vücudumuzda birdenbire ortaya çıkmadığını veya bakteri yoluyla vücudumuza girmediklerini biliyoruz. Aksine, kanser, daha önce sağlıklı olan hücrelerin hastalanması ve sürekli olarak mutasyona uğraması sonucunda gelişir.2 Dış etkilerin yanı sıra kalıtsal genetiğimiz de kansere yatkınlığımızı etkiler. Bir diğer ifadeyle, kalıtsal kusura sahip genetik bir unsur kansere yakalanma riskini artırabilir ancak hastalığı doğrudan aktaramaz.
Dokudaki değişiklikleri incelemek
Kötü huylu tümörler özellikle saldırgandır ve hücrelerin tahrip edici şekilde büyümesi, komşu dokuların ele geçirilmesine ve metastaz olarak bilinen ikincil büyümelerin oluşmasına sebep olduklarından hayati tehlike yaratırlar. Günümüzde tümörler bir dizi farklı teknik kullanılarak sınıflandırılırlar. Tıbbi görüntüleme sayesinde uzmanlar, örneğin dokuyu alabilir ve üzerinde mikroskobik incelemeler yaparak sağlıklı dokunun hastalıklı dokudan farklılaşma derecesini değerlendirirler. Primer tümörün boyutu ve yayılmasından veya uzak metastazların varlığından önemli bilgiler elde edilir. Tümörün varlığı, tümör işaretleyicilerinin kullanımı gibi laboratuvar diagnostiği metotlarının yardımıyla da belirlenebilir.
Anormal bir hücre
Mitoz olarak bilinen hücrelerimizin bölünme yeteneği, varlığımızda önemli bir rol oynamakla beraber kanser söz konusu olduğunda tehlikeli bir karakteristiktir. Teorik olarak, sürekli bölünen tek bir hastalıklı hücre önemli zararlara neden olmak için yeterlidir. Çünkü sağlıklı hücreler, genetik yapılarında yer alan bilgi sayesinde hangi görevleri yerine getirmeleri gerektiğini ve ölmeleri gereken zamanı bilirler. Ancak görünümlerinde yaşanan değişimin yanı sıra kontrol edilemez şekilde bölünmeye başladıklarından bu durum kusurlu hücrelerde yaşanmaz. Bu hücreler tümör haline gelir gelmez kendi kan damarlarını bile oluştururlar ve etraftaki dokuları istila ederler. Bu, vücudun hangi bölümünde gerçekleştiğine ve altında yatan sebeplere bağlı olarak çeşitli sonuçlar doğurabilir.
Kanser "tek" bir hastalık değildir
Günümüzde 300'den fazla bilinen kanser çeşidi vardır [3] ve her biri birbirinden farklı olmakla beraber izledikleri yol da kişiden kişiye değişmektedir. Bu nedenle, tüm tartışmaların temeli belirli bir vakaya ve bireye göre özelleştirilmiş bir tedavinin sağlanması üzerinedir. Kanserle nasıl mücadele edileceğine dair bilimsel fikir birliği, kötü huylu tümörlerin alınması ve hastalıklı hücrelerin yayılması veya büyümesinin engellenmesi veya duraksatılması etrafında toplanmıştır. Bazı tümörler ameliyat ile alınabilirken, diğerlerinin önce ilaç veya radyoterapi ile boyutları küçültülebilir. Bu teknikler cerrahi müdahale sonrasında hastalıklı hücrelerin son kalıntılarının yok edilmesinde de kullanılabilir.
Kanserle mücadelede yapay zekâ ve yeni radyasyon özellikleri
İmmünoterapide olduğu gibi bazı tedaviler vücudun kendi savunma mekanizmasını uyararak kanserli hücreler ile savaşırlar. Ancak modern kanser terapisinin üç önemli ayağında kanserli hücrelerin kendileri hedef halindedir: tümörün cerrahi yolla alınması, kemoterapi ve radyoterapi.
Radyoterapi yoluyla kanseri tedavi etmek, hücrelerin daha fazla bölünmesini önlemek amacıyla iyonlaştırıcı veya parçacık radyasyonunu kullanarak hücrelerin genetik malzemesine zarar vermeyi içerir. Bunun, tümörleri küçültmede veya elimine etmede 20. yüzyılın başından bu yana kullanılan en efektif yöntemlerden biri olduğu kanıtlanmıştır. Radyasyonun sağlıklı hücrelere de zarar vermesine rağmen hasarın ciddiyetine bağlı olarak bu hücrelerin kendini onarması hastalıklı benzerlerine kıyasla daha kolaydır. Planlanan, kanserli hücreler ölürken sağlıklı dokuların yenilenmesidir. Bu nedenle, tarihsel olarak, sağlıklı dokulara tedavi seansları arasında kendilerini onarmalarına zaman tanımak amacıyla radyasyon dozu fraksiyonlar olarak bilinen birkaç seansta uygulanmıştır. Ancak hedef odaklı tedavilerde çevredeki sağlıklı dokuların daha iyi bir şekilde korunmasını sağlayan hassasiyete sahip yeni gelişmelerin ortaya çıkması, yoğunluk ayarlı radyoterapi ve görüntü kılavuzlu radyoterapi gibi daha kesin radyoterapi tedavilerine olanak sağlamıştır.
Radyocerrahi olarak bilinen radyoterapinin hassas özel bir formunda, radyasyon bir kez ve çok yüksek bir dozda kullanılır. Böylece tek seferde mümkün olduğunca çok sayıda tümör hücresinin öldürülmesi hedeflenir.
Sağlıklı hücrelerin yenilenebilme kapasitelerine rağmen modern araştırmaların temel amaçlarından biri, görüntüleme tekniklerini kullanarak hastalıklı bölgedeki radyasyonu, çevre dokulardan daha doğru bir şekilde ayırt etmek ve böylece hasar görmemiş dokuyu mümkün olduğunca korumaktır. Ancak burada önemli olan soru bunun nasıl yapılacağıdır.
Seçeneklerden biri, görüntüleme sırasında sonuçların kalitesini etkileyebilecek vücuttaki belirli hareketleri hariç tutma duyarlılığına sahip olan Yapay Zekânın (AI) kullanımıdır. Bu, özellikle nefes almak gibi hastanın uzun süre boyunca hareketi durdurmasının mümkün olmadığı durumlarda faydalıdır.
Daha fazla bilgi için lütfen Hamburg-Eppendorf Üniversitesi Tıp Merkezinin (UKE) deneyimlerine göz atın.
Almanya'da yerleşen Heidelburg Üniversite Hastanesi Radyasyon Onkolojisi ve Radyoterapi Bölümü Tıbbi Direktörü Prof. Jürgen Debus ile yapılan röportajı okuyun.
Denenmiş ve test edilmiş radyoterapi tekniklerinin yanı sıra diğer ortaya çıkan araştırma alanları da kanserle mücadele edenlere yeni umutlar sağlamaktadır. Bu alanlardan bir tanesi, hastaların protonlar ve ağır iyonlarla ışınlandığı parçacık tedavisini kapsamaktadır. Bu parçacıkların fiziksel özellikleri, daha derin dokulara nüfuz etmelerine izin vermekte ve tedavi sırasında çok yüksek düzeyde hassaslık sağlamaktadır. Aynı zamanda, daha yüksek radyasyon dozunun verilmesine de olanak sağlayarak hastanın iyileşme şansını artırmaktadır. Bu teknik, yavaş büyüyen veya zayıf vaskülarize tümörlerin yanı sıra fotonların kullanıldığı geleneksel radyoterapiye yanıt vermeyen tümör çeşitleri için de faydalı olabilir.
Kanserle mücadele devam etmektedir ancak genel mesaj daha pozitiftir: artan sayıda yeni vakalara rağmen, son on yılda birçok kanser çeşidi için hayatta kalma oranı önemli ölçüde artmıştır.4
X-ray teknolojisinin tarihi ve kanser tedavisinin ilk günlerini merak ediyor musunuz? O zaman birlikte MedMuseum'da tarihi bir yolculuğa çıkalım.